Dünyaya gözümüzü ilk açtığımız andan itibaren son günümüze kadar istemli ya da istemsiz bir keşif sürecine gireriz. Yarınlarımıza daha hazırlıklı olabilmek adına nefes aldığımız her andan dersler çıkarır bunları gelecekte kullanabilmek adına da çeşitli savunma mekanizmaları ve risk analiz becerileri geliştiririz. Tüm bu öğrenme süreci çocukluğumuzda başlar.
Çocuklar bu dünyanın en cesur ve en gözü kara kâşifleridir. Henüz risk analizi yapmayı öğrenememiş bir çocuk için kaynar suya elini daldırmak, çok yüksek bir duvardan aşağı atlamak, nerede durması gerektiğini bilmeyerek hızını ayarlamadan yokuş aşağı koşmak oldukça ilgi çekici ve tehlikesiz algılanır. Birçoğumuzun çocukluğunda ‘yaramazlık’ olarak adlandırılan benzer hatıralar mevcuttur değil mi? Her yaranın ardından daha temkinli olmayı kendi iyiliğimiz ve sağlığımız için öğrenmek zorunda kaldık birçoğumuz. Aldığımız risklerin sonuçlarını kendimizin üstleneceğini bilerek belki çektiğimiz acının katlanabilir olacağı seviyeye kadar indirdik o riskleri, belki de tamamen almayı bıraktık. Acıdan öğrenmek diyebiliriz rahatça değil mi tüm bu sürece?
Bu günlere döndüğümüzde, çocukların sokakta oynadığını görmek gittikçe zorlaşıyor. Ailelere bunun sebebini sorduğumda en çok aldığım cevap onların çocukluğundaki tehlikelerin bugünkülerden daha az olduğu. Bu sebeple birçok aile çocuğunu rahatça sokağa arkadaşlarıyla oynamaya gönderemediği gibi, gönderse bile sürekli gözetim altında tuttuğunu ve oyun alanına sınırlar koyduğunu söylüyor. Kendi çocukluklarına duydukları özlem ile çocuklarının o şartlarda yetişememesinin getirdiği hüzün hepsinin gözünden okunuyor.
‘’Dünyanın tehlikelerinden çocukları koruma içgüdüsü aslında gün geçtikçe çocukları bu dünyanın tehlikelerine hazırlama görevinin önüne geçiyor.’’
Peki ne yapmalı?
Dünyamız her geçen gün değiştikçe bizler de hayatlarımızı bu değişime adapte etmek durumunda kalıyoruz. Başlarda bahsettiğimiz, deneyimleyerek öğrendiğimiz risk analiz becerileri bugünkü dünyada işe yaramaz ya da yetersiz hale gelebiliyor. Haliyle de çocuklara aktarmak istediğimiz bu deneyimlenmiş derslerin işe yaramayacak olması olasılığının yanında bizlerin de alışık olmadığı sadece adapte olduğu bu dünya ebeveynleri korkutabiliyor. Fakat hayatın keşif alanları sınırlı değildir. Şimdilerde o sokakların yerini teknoloji, bilyelerin yerini telefonlar ve tabletler, kan ter içinde kala kala oynadığınız oyunların yerini artık gözlerin dikilip kaldığı sanal oyunlar almış olsa da akıldan çıkarılmaması gereken tek bir şey vardır sevgili aileler: çocukları zaten içine doğdukları dünyadan saklayamazsınız, onlara yalnızca nerede konumlanmaları gerektiğini öğretebilirsiniz.
‘’E hocam, o zaman bırakalım gitsin mi şimdi, dokunmayalım mı hiç bu çocuklara?’’ deyişleriniz yankılanır gibi kulağımda. Elbette hayır sevgili anne babalar. Teknolojinin ucu bucağı olmadığını maalesef hepimiz yakinen biliyoruz. Bu konu hakkında internette ve birçok teknolojik aletin servisinde çocuklara uygun engelleme ve sınırlamalar yapmak mümkün. Bu konu ile ilgili gerekli mecralarla iletişime geçebilirsiniz.
Bu durumun da haricinde şu sıralar sıklıkla kullanılan ‘’aşırı teknoloji kullanımı’’ konusuna bağlanalım. Eminim ki birçoğumuz o dijital kutularda nasıl bu kadar çok vakit geçirilebildiğine şaşıyoruz. Geçirilen vaktin verimliliğini, efektifliğini, pozitif ve negatif taraflarına kafa yordukça daha da anlaşılmaz hale bürünüyor o küçük kutular ve yukarıda bahsettiğim korku yerleşiveriyor içlere. Bilmediğimiz şeye çocuğumuzun da yaklaşmasını istemiyoruz, bu çok normal. Bilin bakalım sonra ne oluyor; çocuk her eline aldığında engellendiği o dijital kutuyu henüz tam keşfedip doyum alamıyor ve kafasında birincil keşif adresi, asıl hedef haline getiriyor. Okuyunca abartılı bir tarif gibi gelebilir bu, ama hepimiz biliriz yasağın her zaman en değerli en ilgi çekici olduğunu. İlk paragrafta bahsettiğim öğrenme sürecine de buradan değinecek olursak, bizler yetişkinler olarak yasak olanın risk analizini yapabilir ve cazipliğini bu yöntemle azaltarak kendimizi uzaklaştırabiliyoruz. Çocuklar içinse henüz riskin ne olduğunu bilmediği bir durumun ya da objenin engellenmesi demek, en kısa zamanda keşfedilmesi gereken birincil hedef demek. Çocuk tableti ya da telefonu eline aldığı anda kendisine yöneltilen engelleme biçimlerini bir noktadan sonra tolere etmeye başlar. Çocuk üzerinde etkisi gittikçe azalacak ve yok olmaya başlayacak bu engelleme davranışının altı doldurulmazsa (sebebi tam açıklanmazsa), engellenen herhangi bir şey hakkında da duyulacak suçlanma duygusunun risksiz olduğu düşüncesi yerleşecek ve artık sizin tabirinizle ‘bir kulağından giriyor ötekinden çıkıyor’ adlı bir davranış örüntüsü başlayacaktır.
Ebeveynler tam olarak bu noktada genellikle ceza yöntemine başvurmayı daha kesin ve kolay çözüm olarak görüyor. Artık bir birey olduğunu hissetmesi gereken yaşlarda çocuğa gösterilen ceza tutumu, onun bağımsızlık çabasını kıracak ve aile içerisinde tartışmalara, agresyona ve huzursuzluğa neden olacaktır.
Tekrar hatırlatalım, çocuklar harika gözlemciler ve büyük kâşiflerdir. Onların ‘’küçük’’ diye adlandırdığımız dünyalarının içine girebilmek bazen strateji gerektiriyor gibi gözükse de kapılarının her daim doğru tıklatışlara açık olduğunu bilmeliyiz.
Şimdi çocuklarımızın o güzel kafalarını telefonlardan ve tabletlerden kaldırıp ‘’gerçek’’ dediğimiz dünyadan alınacak zevkleri ve orada nasıl vakit geçirebileceklerini; onları geleceklerine de hazırlayarak gösterebileceğimiz iki en etkili yöntemden bahsedeceğim. Alternatif etkinlik başlığında yazdıklarım çocuğun vaktini eğlenerek değerlendirebileceği çeşitli yolları keşfedebilmesinin önünü açabilecekken, aile içi iletişimi geliştirmek başlığı altındakiler de çocuğun yaşadığı ortamda varlığını fark ettirebileceği ve kendini gerçekleştirme sürecini destekleyici öneriler içeriyor.
Alternatif Etkinlik
Tekrar zaman sınırların ötesine çıkan teknoloji ilgisi üzerinde duralım. Çocuğun telefonla ve tabletle geçirdiği vakit haricinde neler yaptığının gözlenmesi gerekir. Aileler çoğunlukla tablet ve telefonun yerini doldurması gereken alternatifin sorumluluklar (ödevler, dersler vb.) olduğunu düşünür fakat bulunması gereken alternatifin çocuğu sorumluluklarından yine belli bir uzak tutacak, tam olarak teknolojinin yerini ve verdiği doyumu tatmasını sağlayacak daha efektif bir etkinlik olması gerekir. Çocuğun ilgi alanlarından yola çıkarak bulunacak bu etkinliğin, aile tarafından motive, heyecanlı ve istekli bir şekilde teklif edilmesi doğru olur. Çocuğun reddetmesi durumunda ailenin sakince onaylayarak, çocukla beyin fırtınası yapması ve kendisinin de son derece hevesli olduğunu çocuğa hissettirerek birlikte alternatif araması etkili bir yöntemdir. Etkinlik sırasında çocuğun aldığı zevki ve duyduğu ilgiyi tekrar kendisine yönlendirmek (‘’Ne kadar çok eğlendik değil mi?’’), ve aile bireyinin de bu etkinliğe katıldığını göstermek (‘’Seninle vakit geçirmek bana çok iyi geldi.’’) çocuğun kendisine ayırdığı bu alternatif vaktin değerini hissetmesine yardımcı olur.
Aile İçi İletişimi Geliştirmek
Çocuğun istenmeyen davranışlar konusunda ailesine karşı ısrarcı olmasının sebeplerinden en önemlisi de kendi kararlarını alabilen bağımsız bir birey olduğunu gösterme çabasıdır. Bunun aile içerisinde fark edilmesi ve çocuğa karşı tutumun bu farkındalık üzerinde gerçekleşmesi çok önemlidir. Aile arasında konuşulan konulara çocuğun da dâhil edilerek fikrinin sorulması, eve yeni alınacak bir eşyayla ilgili onun da değerlendirme yapmasının istenmesi, akşam yenecek yemek ile ilgili fikrinin alınması gibi küçük ama önemli detaylar çocukta bir birey olduğu farkındalığını sağlayacak ve kararlarının önemsendiğini hissettirerek olumlu davranış geliştirmesini sağlayacaktır. Kendisinden alınan fikrin ya da beklenen davranışın gerçekleşmesinin sonuçlarını da çocuk ile paylaşmak ve geri bildirim vermek çok önemlidir. Kendi bireysel ve bağımsız alanı olarak gördüğü sanal dünyadan daha sık uzaklaşarak, ev içerisindeki varlığının görülmesi ve düşüncelerinin daha görünür olmasının getirdiği özgüven ve değerlilik hissi ile aile içi iletişimde daha etkin rol almaya başlayacaktır.
Gizemnur Arslan